"
uzun zamandır bir bok yazmıyorum lan bloga... hani aşıktın yazmaya ? yazdıkça süper rahatlamış hissediyordun kendini filan. n'oldu amına koyayım onlara ? en son yazdığının üstünden bir ay filan, hatta daha fazla geçti. ki o da bir başkasıyla yaptığın konuşmanın kopyala-yapıştırıydı. fasulyedendi yani... of ya lan..."
kafası bu düşüncelerle bezeliyken, aydın ekşi sözlük'te takılıyordu. ekşi sözlük'e yazmıyor olsaydı kafayı yerdi herhalde. orada da tıkandığı oluyordu ama öyle bir ay falan değil, en fazla bir hafta geçiyordu hiçbir şey yazmadan. gerçi yazdıkları da öyle çok aman aman şeyler değildi. %70'ini izlediği diziler hakkındaki düşünceleri oluşturuyordu. fasulyeden sayılabilirdi onlar da. ama en azından egosunu tatmin edecek kadar geri bildirim getiriyordu entryleri...
fareyi tutarken sağ elini ele geçiren gizli güçler bu sefer de
ukte butonuna tıklamıştı. sonra da uktelerin sonuna geldi 87. sayfaya. buradaki ukteler öyle günlük, haftalık filan değil; yıllıktı. en unutulmuş ukteyi buldu : 6 yıllık olan bu uktenin adı "
simek niyazi nin maceralari" idi. sağ elini serbest bırakan gizli güçler bu kez de beynini ele geçirince, gözlerinin önünde satırlar belirmeye başladı...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
niyazi geçimini simit-ekmek satarak sağlamaktadır. her sabah erkenden
fırından simidini, ekmeğini alır; arabasıyla birlikte yürümeye başlar.
geçim telaşıyla sabahın körü mörü dinlemeden bağırır durur :
-
simidegmeeeeeeeeeek !!! simidegmeeeeeeeeeeeeeek !!!
özellikle
haftasonları iyi geçiyordur niyazi için. güzel bir pazar kahvaltısı
hazırlamak için evdeki herkesten önce kalkan anneler, hanımlar;
sepetlerini sarkıtıp simitlerini, ekmeklerini alırlar.
tüm bu
gürültüden en çok rahatsız olan ise, gece geç saatlere kadar film-dizi
izleyen ve haftasonları güne saat 13'ten önce uyanmaya alışık olmayan
bekir'di. ve yine bir pazar günü saat 9'da, yatağında dört dönerek
niyazi'ye küfrediyordu içinden. sabrının sınırlarının dev bir koçbaşıyla
zorlandığını hissedip, bir hışımla odanın köşesindeki asasına yöneldi :
-
şimdi göstereceğim sana simidi, ekmeği, amına koyduğumun evladı. o
ekmekleri tek tek götüne sokmazsam bana da "dr. strange bekir"
demesinler lan !!
78 yıllık akçaağaçtan yapılma asasıyla
pencereye ilerleyen bekir, son 18 yılını hindistan'daki bir yeraltı
tapınağında karanlık sanatlarda ustalaşarak geçirmişti. güçlerini
yatağa
hatun atma,
banka hesabına para yatırttırma,
maçları tuttuğu takıma
kazandırma... vs. şekillerde kendi çıkarına kullanmakta herhangi bir
beis görmeyecek şerefsizlikte bir insandı. uyku mahmurluğundan
kurtulamamış bir sinirle pencereye gelip niyazi'den tarafa baktı.
-
bittin ulan sen...
gözlerini
sıkıca kapatıp kısa süreli bir meditasyona başladı. gözlerini tekrar
açtığında göz bebeği ve akı, kan kırmızısı bir renkte parıldıyordu.
şeytani bir gülümsemeyle asasının kızıl zümrütlü, kalın ucunu niyazi'ye
doğrulttu. büyülü sözlerine başladı :
-
straba einya.. in bauda strofzu-kiha.. straba einya.. in golyada strohta....
ahinya maaa !!!
zik-zaklar
çizen kan kırmızısı bir ışın asadan çıkıp niyazi'ye doğru ilerledi.
adeta bir yıldırım gibi onun sırtında patladı. ne olduğunu anlamayan
niyazi, çığlık bile atmaya vakit bulamadan yere yığıldı.
-
hassiktir
ya lan, n'aptım lan ben ? uyku sersemliği, sinir filan derken sözleri
yanlış söyledim. "strahto" diyeceğime, bariz "strohta" dedim......
laaan..... oyff.. ya da neyse lan, ne olabilir ki ? siktir edeyim,
dalgama bakayım..
umarsız bir şekilde yatağına geri dönen bekir, şeytani sırıtışına bir miktar mutluluk ekledi ve uykuya daldı...
aradan
1 saat kadar geçtikten sonra niyazi uyandığında kaldırım kenarında sırt
üstü yatıyordu. sırtında ufak çaplı bir acıyla uyanmıştı. gömleğin
sırtındakii el ayası kadar yırtıktan kaldırım taşının soğukluğunu
hissediyordu. elini alnına koyup oturur vaziyette doğruldu.
arabasının
içinde kağıda dağılmış susamdan başka bir şey göremeyince okkalı bir
"
hay sikeyim ya lan" çekti. bir eli başının arkasında, diğer eli
sırtında; ayağa kalkıp arabasına yürüdü. önündeki camı kenara itip para
kutusunu açtı. boş kutuyu görünce sinirle yüzünü buruşturdu, gözlerini
kıstı. siniri gözlerinden yaş olarak akmak üzereyken göz kapaklarından
sızan beyaz bir ışıkla gözlerini açtı.
önce inanamadı,
şaşkınlığından kurtulması bir dakikasını aldı. kağıdın üzerinde duran
birkaç simitten birisini eline aldı. elindeki sıcak ve taze simidin
parmak uçlarında yarattığı histe bir tuhaflık yoktu. kokusunu ve tadını
da denedi. simit o kadar lezzetliydi ki, ilk ısırıkta sorunsuz olduğuna
karar vermesine rağmen tüm simidi bitirdi. n'olup bittiğine anlam
verememenin sebep olduğu kahkahaların arasında birkaç kere "
hassiktir
n'oluyor amına koyayım lan ??" dedi.
ellerine dikti gözlerini.
durduk yere büyülü güçler mi edinmişti, n'olmuştu böyle ? sağ elini, bir
basketbol topunu tek elle tutarcasına kastı ve arabanın içine doğrultu.
şakaklarındaki damarlar yavaştan ağrıyana kadar elinin kağıttaki
gölgesine baktı. bir anda ortaya çıkan 5 simit ve 2 ekmek, az kalsın
tekrar sırt üstü yere kapaklanmasına sebep oluyordu. neler olduğunu az
da olsa anlamaya başladıktan sonra, çevresini kolaçan edip tekrar
simitlere baktı. gülümsedi ve hızla arabasını ilerletti...
aradan
birkaç gün geçtikten sonra, niyazi'nin yoktan simit ve ekmek var edişi,
bir adamın bilgisayar ekranında vidyo olarak oynamaktaydı. aynı
sahneleri belki onuncu kez izledikten sonra, masasındaki telefona uzandı
:
-
alo, hüseyin abi, salih
ben.. bekaroğlu, evet.. hamdolsun abi... abi mühim bir mesele söz
konusu. kuştepe'de bir internet kafenin güvenlik kamerasından çekilmiş
görüntüler var elimde.. evet, sana da gönderdim. polise vermiş adamlar,
polis de kimliğini tespit etmiş görüntüdekini. niyazi ezalı diye bir
adam, simitçi. ve abi adam.. a-adam.. adam yoktan simit-ekmek yaratıyor
abi.. tamam abi, sen izle vidyoyu, öyle konuşalım. tamam abi, eyvallah
abi...
telefonu kapattıktan sonra ekrana baktı. niyazi denen
adamın elini uzattığı yerde bir anda peydahlanan simitlere korku ve
hayretle baktı...
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
açlık, sigarasızlık ve uykusuzlukla geçen birkaç saatten sonra tam beyni iflas etmek üzereyken entry bitti. sırtını döner sandalyesine dayadı. bir kısmı beyni iflas ettiğinden, bir kısmı da uzun zamandır ilk kez gerçekten bir şeyler yazmış olmaktan; gülümsedi aydın. artık gönül rahatlığıyla dışarı çıkabilirdi...
önce açlığını giderip, uykusuzluğunu ayranla güçlendirdi; sonra da sigarasızlığını giderdi. beyni tekrar çalışmaya başlar başlamaz gözlerinin önünde tekrar satırlar belirmeye başladı.
simit sarayı'na gitti. bir büyük çay alıp defterini ve kalemini çıkardı. sigarasını da yaktıktan sonra satırlar kaybolmadan onları kağıda aktarmaya başladı.
.
..
...
....
"
uzun zamandır bir bok yazmıyorum lan bloga... hani aşıktın yazmaya ?
yazdıkça süper rahatlamış hissediyordun kendini filan. n'oldu amına
koyayım onlara ? en son yazdığının üstünden bir ay filan, hatta daha
fazla geçti. ki o da bir başkasıyla yaptığın konuşmanın kopyala-yapıştırıydı. fasulyedendi yani... of ya lan..."
....
...
..
.
not : çizgili bölümler arasındaki entry'yi kanlı canlı ve tüm fonksiyonlarıyla görmek için
*buyrunuz*