3.2.12

dünya'da bir iz bırakmak

yurt odası... oda hafif aydınlık. saat sabah 8 de olabilir, öğlen 11 de. öğleden sonra 1'i bile zorlamış olabilirim. en yüksek ihtimal 11, zira yattığımda saat 2 filandı. midem ya da böbreklerimde herhangi bir ağrı olmadığına göre kesin 11 filan. bugün bir şeyler yapmam lazım lan, dün de sik gibi geçti yine... oyşş... bakayım bari lan saate artık. nereye kadar kaçacağız amına koyayım.

kafasını sola çevirip telefonun muhtemel yeri olan yastık kenarına baktı. görme duyusu işe yaramayınca hissetme duyusunu devreye soktu. o da sonuçsuz kalınca ikinci ve son muhtemel yer aklına geldi. sağa doğru hafif doğruldu, sırtının altından çıkardı telefonu. o an dank etti kafasına : yatmadan önce saat 9'dan itibaren 15 dakikalık aralarla kurduğu üç alarmın ilkinde uyanmış, her zamanki gibi kendi gövdesini susturucu olarak kullanmıştı diğer iki alarm için. uyurken bile üşengeçliğe harcadığım aklım sınır tanımıyor lan, diye düşündü. saat kaç ? hay sikeyim 10 olmuş yine... telefonu ayak ucuna doğru fırlattı ve üşengeçliğine bir süre daha yenik düşmeye karar verdi.

diğer iki kişilik odalardan daha ucuz. hem zaten güneşi de sevmiyorum pek. süper işte, diyerek çıktığı odaya ışıktan çok depresif hava giriyordu, yan apartmana bir karış mesafeli pencerelerinden. zaten çoktandır belliydi bu odayı seçerken verilen kararın üşengeçlik aklına ait olduğu. tarık'ın hayatını olabildiğince kullanışsız hale getirmek için 180 beygir gücünde çalışıyordu şerefsiz. tüm bu depresif hava üşengeçlikle güçlerini birleştirince ; eylemde bulunma isteği acınası seviyelere iniyor, durduğu yerden düşünme hevesi ise tavan yapıyordu.

kollarını çapraz halde kafasının altına koydu. zihnine doluşmaya başlayan düşünceler, eğim artışıyla yer çekimi kuvvetinin etkisine daha çok girip kaşlarına baskı uyguluyordu. ranza tahtasının açık rengine baktıkça odanın sıkıcı, boğucu loşluğu belirginleşiyordu. depresyon hayaletleri ise saklandıkları yerden yavaşça çıkıp tarık'a yaklaşıyordu. bir yandan da fısıldamayı ihmal etmiyorlardı. klasik korku filmlerinin aksine onlarınki laubali bir hal almıştı : naaağber lan yavşaaağm. yavşak depresyon hayaletleri bir zombi yavaşlığında beynine doğru ilerlerken, tarık zombi filmlerinin uykusunda bir grup zombinin saldırısına uğrayan kurbanı gibi sessizce olacakları bekliyordu. beyni ele geçirildiğinde içeri koyulan düşünce ise, bir klasik olarak ölüm olmuştu.


temsili bir ölüm sonrası
nasıl öleceğim ?, ne zaman öleceğim ? şeklinde alışılagelmiş ölüm düşüncelerinden başka şeylerdi tarık'ın kafasını kurcalayan. ölüm öncesi ya da ölüm anı değil, ölüm sonrası ilgilendiriyordu onu. ki bu da ölümden sonraki yaşam filan değildi. ölümüyle ilgili onun en çok merak ettiği şey, öldükten sonra arkada kalanların kendisi hakkında neler düşüneceği, hissedeceğiydi : beni kimler özleyecek ?, üzülen ne kadar üzülecek ?, en çok kim üzülecek ?, hiç sevinen çıkacak mı ki lan ?... bir nevi ölümün diğer                                                                                                     insanlardaki yansıması...

insana özgü ve gayet doğal bir bencillikle, ölümünün ertesinde bir süre hüzün ve göz yaşı, akabinde de uzun süreli bir hatırlanma istiyordu. ve dananın kuyruğu tam da burada kopuyordu. hayatını henüz adam gibi bir yola sokamamış biriyseniz, ardınızda sizi hatırlatacak bir şeyler bırakacağınıza dair ümitleriniz günden güne azalır. ve yine, eğer üşengeç bir mükemmeliyetçi iseniz hatırlanma isteğiniz günden güne artar, bir nevi takıntı halini alır.

tam içinde bulunduğu duruma ettiği küfürler en yüksek düzeye eriştiğinde, bir ampul yandı kafasının tepesinde. odanın loşluğunu katleden ampulün bünyesinde yarattığı neşeyle gidip odanın ışığını açtı. çizim defterini ve kalemiyle hamur silgisini masaya yerleştirdikten sonra, eşlik etmesi için müzik çalarını dinlemeye hazır hale getirdi ve müziği başlattı. kulaklarına dolan ilham desteğiyle boş bir sayfayı önüne getirdi ve çizmeye başladı. aradan yaklaşık yirmi dakika geçtiğinde ise çizim son haliyle karşısında duruyordu. defteri çantasına atıp giyindi ve planın ikinci safhasını uygulamak için dışarı çıktı.

geçmişteki amaçsızca etrafa bakınışlarında gözüne çarpan sticker yapılır yazısını vitrinine asmış ozalitçiye girdi :
"merhaba iyi günler"
"iyi günler. hoş geldiniz"
"ya ben bir çizimimi çıkartma haline getirmek istiyorum da. 1.5 santime 1.5 santim ebatlarında bir çıkartma"
"olur yaparız" diyen çalışan tarayıcıya doğru yürümeye başladı. tarık bir yandan onu takip edip bir yandan da çantasından çıkarttığı defterde taranacak sayfayı ortaya çıkarıyordu.
bir çıkartma örneği (imzalı versiyon)
"işte çizim bu" deyip çalışana uzattı. adam öğrenilmiş bir reflekse kurban gidip çizime bir göz atınca kaşlarını hafifçe çatıp birkaç saniye baktı sayfaya. tekrar göz göze geldiklerinde adamın kafasında anormal bir man-
yak olarak etiketlenmiş olma olasılığının yarattığı ego tatminiyle, sırıtmamak için kendini zorluyordu tarık.
"kaç tane olsun ?"
"100 tane yeter bence şimdilik"
duyduğu sayıyla tekrar göz teması kuran adam ; zombilerden topluca kurtulmak için tasarlanmış, ilk başta çok saçma gelen bir plana verilebilecek tepkiyi yansıtıyordu. göz temasını bitirip işe koyulduğundaysa, tarık sırıtma isteğine daha fazla engel olamadı.

ozalitçi sonrası gittiği pastanenin üst kat balkonunda çay-sigara ritüelini gerçekleştirirken bir yandan da elindeki çıkartmalara bakıyordu. planının üçüncü ve son aşamasını kafasında tekrar etti :


bu çıkartmaların 15-20 tanesini sürekli cüzdanda taşırım, etrafta hatun peşinde koşan heriflerin prezervatiflerine yaptığı gibi. evet. misafirlikte olsun, gittiğim bir kafenin ya da sinemanın umumi tuvaletinde olsun ; sıçtığım her klozetin rezervuar arkasına yapıştırırım. muhtemelen otururkenki sol-üst köşe. ya da taharet musluğunun olduğu taraf, bilmiyorum. ama üst köşe yani, orası kesin. o klozetin üzerinde herhangi bir işlem uygulanmadıkça o çıkartma orada duracak. o işlem sürecinde ya da tamamen şans eseri bir şekilde birisi benim çıkartmamı bulduğunda muhtemel tepkisi bu ne lan böyle ?? olacak. işte o anda farkında olmadan beni anmış olacak. çok saçma ve bir o kadar da romantik bir plan yaptım lan. allahım sen benim tehlikeden tehlikeye koşan aklıma mukayyet ol.

bu düşünceler dudaklarına geniş bir sırıtış olarak yansırken ; sigarasından bir fırt, çayından bir yudum alıp ritüeline devam etti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder