kadın olmak zordur-muş. birinci elden tecrübe etmedim hiç. ama üçüncü kulak olarak adet olayı ve hamilelik hakkında bir iki bilgi almıştım. üçüncü kulağa gelen bilgiler ancak bu ikisi hakkında olabiliyor. bünyeyi sittin tane farklı şekilde etkileyen, bir nevi biyolojik saçmalıklar.
özellikle adet olayı çok saçma bir şeymiş duyduğum kadarıyla. sonu gelmeyecek gibi bir hissiyatla her ay düzenli olarak kendi vücudunla bir savaşa giriyorsun. savaşın gidişatı ve toplamda en yüksek kazanma şansı 0,018 olan savaşta kaybeden taraf olursan savaş sonucundaki kayıpların aynı oluyor.
savaşta galip gelirsen de ödülün hamilelik. adet olayına kıyasla saçmalık kapasitesi oldukça düşük olsa da hamileliği şu şekilde özetlemek sanırım çok yanlış olmaz : 9 ay 10 gün süren bir çilenin sonunda kendi vücudundan, boyut olarak çok da küçümsenemeyecek bir insan yavrusu pörtletmek. ha tabii bir de işin yıllarca sürecek olan bir içgüdüsel annelik boyutu var. zor yani kadın olmak, zor.
ama açıkçası sıkıldım biyolojik olaylardan bahsetmekten. içgüdüsel takılmak istiyorum. kadınlarda yaklaşık olarak ergenlikte başlayıp, fazla yerinden kalkamayacak hale gelinceye kadar görülen bir içgüdü : toplu taşıma araçlarında boşalan yerde hak iddia etme içgüdüsü. bu içgüdü tamamen doğuştan mı yoksa genç bireylerin yaşlı hemcinslerinden görüp de öğrendikleri bir içgüdü mü bilmiyorum. ama yaşlı olanların öğrenilen türden olsa da bu içgüdüyü doğuştanmış gibi sahiplendikleri bir gerçek...
tarık sabahın köründe dershaneye gitmek için metrobüsteydi. kıtalar arası yolculuk yapmak her sabah ruhuna hoş bir parlaklık getirse de afyonu patlamamış bir insana bu parlaklık, pili bitti-bitecek bir el fenerinden pek farksız gelmez. çevredeki acayip sucayip insanlar da pillerin bitişini hızlandıran etkenlerden birisiydi. neyse ki mp3 çalarının şarjı enerji desteği sağlıyordu.
toplu taşıma araçlarında ayakta seyahat eden birisinin oturacak yer kollaması klasik bir insan davranışıdır. ancak bu insan dişi olduğunda boş yer kollamakla kalmaz, olası boş koltuğa oturma hakkını bir şekilde kendisinde görür.
bu düşüncelere dünya rekorunu hak eden bir dalış gerçekleştirmişken, yaklaşık 1 metre uzağındaki hareketlenmeyle kendine geldi tarık. öğrenci izlenimli bir genç kitabını kapatmış çantasının fermuarını açıyordu. toplu taşıma araçlarına özgü vücut dilinde "önümüzdeki ilk durakta ineceğim" anlamına gelen bu hareketlerle tarık fazla dikkat çekmemek kaydıyla çevresine bakınmaya başladı. kimseye çaktırmamak önemlidir çünkü uzun süredir karşılaşılan ilk geyiği başka bir avcıya kaptırmak, çocuk sahibi olmayı aklının ucundan bile geçirmeyen bir genç kızın adet olması kadar saçmadır en az. ama işte bakınırken onu gördü : kendisinden yaklaşık 5 metre uzaktaki müstakbel boş koltuğa gözlerini dikmiş, 27 yaş civarında bir dişi.
sinemadaki bir filmin altyazısında muhtemelen "allah kahretsin" diye çevrilecek bir dizi söz sarf ettikten sonra gözlerini tekrar az önceki gence çevirdi. koltuğa oturmadan önceki halini tekrar almış ve ağır çekimde kalkmaya başlamıştı bile. rakip avcıya tekrar baktığındaysa onun da kendisi gibi, dereden su içmek için öne eğilen masum geyiği vurmak için tüfeğini hazırladığını gördü. geçmişte onun gibi avcılar karşısında yaşadığı yenilgiler yıldırım hızıyla beyninde akarken altyazıda şu cümle göründü : "yo dostum, bu kez değil..."
zamanlamasının mükemmel olması gerektiğinin farkında olan tarık rakibinin 1-2 saniye içerisinde boşalacak koltuğa 1 metre kadar mesafeye gelmesini bekledi. bir anda kolunu bir tüfek gibi kaldırdı, metrobüsün arkasına doğrulttu ve işaret ettiği yönde gözlerini fal taşı gibi açarak bağırdı : "bakın ! kıvanç tatlıtuğ bu !". metrobüsteki belli bir yaş aralığındaki tüm kadınların eve eli boş dönecek birer avcı olmasına sebep olduktan sonra tarık hemen son darbeyi vurdu : koltuğa, arka tamponuyla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder