lan oğlum çok kötü oluyorum ya lan. sinirden sinire koşuyorum lan bayağı. toprağın iki gıdım altında çabucak kök salıp yayılan bir sinir yani. zamanında yeşil yeşil radyasyon yemiş olsam şimdi yavaş yavaş hulk'a dönüşüyor olurdum. tutardım adamı kafasından, bir sıkışta patlatırdım herhalde kafasını yumurta gibi. ama radyasyonlu radyasyonsuz çok sinir etti lan adam. şunun tipine bak ya lan. süne zararlısı köpek herif. yok lan çakarım ben buna bir tane. yeter lan artık yıllardır....
mecidiyeköy'den metrobüse binmiş söğütlüçeşme'ye gidiyordu tarık. bir süredir insan içine gerçek bir çıkış yapmadığından kalabalık bir toplu taşıma aracına binmek aşırı yükleme yapmıştı. dört günde arasına en az bir metre alarak minik çapta iletişimler kurduğundan fazla sayıda insanla dip dibe duruyordu. "tamam bu kadarı olabilen şeyler. çok sıkma kafanı. sakin... sakin..." diye düşünüyordu ki omzunda bir el hissetti. kalabalık bir gece kulübünde hoşlandığı kıza emin adımlarla ilerleyen bir genci andırıyordu önüne gelenleri kenara iten 50'lik amca. mevzubahis amca sevdiceği olan orta kapıya vardığında tarık'ın ona attığı bakışlar superman'inkiler olsa, alnının ortasında iki adet birinci dereceden yanık oluşurdu.
amcanın densizliğini atlatma yolunda henüz başarılı adımlar atamamışken bir mucize çıktı karşısına tarık'ın : hemen önündeki koltuk boşaldı. çevredeki insanların oturması için saniyenin onda biri kadar beklemek gibi sembolik bir kibarlık gösterdikten sonra "bir durak bir duraktır, iki durak iki duraktır" deyip oturdu. oturmanın verdiği rehavetle büyük bir ölçüde sakinleşti, sigarasını sarmaya başladı metrobüs yolculuğu sonrası için.
eylemsizlik ilkesinin gerektirdiği bir şekilde, durur halden ileri harekete geçen metrobüsle hafiften koltuğa yapıştığı anda birkaç metre arkadan bir kadın sesi geldi "orta kapıyı açar mısınız ?!?". toplu taşıma araçlarında kapılar durak başına birden fazla kez açıldığında aracın şöförünün lanetlendiğine dair bir inanış mı vardır bilinmez, ama diğer meslektaşları gibi bu şöför de mağdur bayanın çağrısına kulak asmadı.
işte tam o anda duydu tarık, 4 duraklık yolculuk boyunca onu hiç sinirlenmediği kadar sinirlendiren cümleyi : "orta kapı kaptan !!!". ama bu kez ses hücrelerinin çekirdeklerinde xy kromozomu dolaşan birisinden gelmişti. "dünyayı kurtaran adam"lığa soyunan bu şahsiyeti görmek için kafasını sola çevirdi, korku filmlerindeki gibi titreterek. "utan be utan" dercesine bakıyordu şöförden tarafa, dünyayı kurtaran adam.
"insanlara yardım ediyorum" kisvesi altında egosunu pompalayan bu tiplerden oldum olası nefret eden tarık, kafasında küçük, masum cinayet planları kurmaya başlamıştı : "keşke kill bill'deki beş noktalı kalp patlatma hareketini bilseydim lan". fakat o konudaki bilgi ve tecrübe eksikliğinden dolayı, kafayı cama geçirmek, tutup kapıdan aşağı fırlatmak gibi küçük çaplı şeyleri düşünebiliyordu ancak.
kapının açılıp bayanın inmesinden bir süre sonra, dünyayı kurtaran adamndan gecikmeli olarak gelen "cık cık cık" sesleri, tarık'ın sinirlerine ölüm vuruşunu yapmasının yanında, hayal gücünü arttırıcı bir etki de gösterdi. yerinden kalktığı gibi 50'lik amcaya taş çıkartırcasına rakibine doğru ilerlemeye başladı. yanındaki arkadaşıyla konuşmakta olan hasmının ona arkasının dönük olması büyük bir avantajdı. ilkokulun tozlu sayfalarından kalan bugün cuma, enseyi kapa oyununu ve buna karşılık nörolog teyzesinin "enseye vurmaktan şaka filan olmaz. bayıltır insanı" sözü geldi aklına. geçmiş aylarda ntv tarh'in verdiği abdülcanbaz posteri'nden anlayabildiği kadarıyla adamın ense köküne okkalı bir osmanlı tokadı indirdi.
hayatı boyunca sinirini bozan tüm dünyayı kurtaran adamların enselerinin, bu tokat anında karıncalandığını hayal ederek karşısında duran baygın adama baktı : "haklıymışsın teyze". metrobüsün son durağa gelmiş olduğunu fark edip, iç huzurunu bulmuş bir edayla aşağı kaldırıma indi. kadıköy'deki boğayla olan randevusuna doğru yol almaya başladı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder